"Bugün her ne kadar ışıltılı dans salonlarında yapılsa da, tango Buenos Aires'in kenar mahallelerinde ortaya çıkmıştır."
Ve bu bir gerçektir.
19. yüzyılın sonlarında Güney Amerika'ya giden iki büyük göç dalgası ile çoğunlukla Sicilya, Kalabriya ve Endülüs'ten gelen işsiz güçsüz ve yoksullar Arjantin'e beraberlerinde kendi kültürlerini de getirmişlerdi. Afrikalı siyah köleler, melez kadınlar, yerliler ve Avrupalı melezler dönemin zor ekonomik koşulları içinde beraberce yaşamaya çalışıyorlardı. Çeşitli kültürlerin bu karışımı, yeni bir müzik stili ortaya çıkardı; Afrika vuruşları, Kızılderili ritmi ve Latin etkisi Arjantin müziğiyle birleşti.
Tango adının Afrika tamtamlarının çıkardığı "tan-go" seslerinden, ya da Latince dokunmak anlamına gelen "tangere" fiilinden türediği sanılmaktadır.
Büyük ümitlerle topraklarını terk eden, kendilerini büyük kentin karmaşası içinde bulan bu insanların duygularıyla Buenos Airesin kenar mahallelerinde ortaya çıkar tango. Bu yıllarda yaşanan göçün olumsuz sonuçları, düş kırıklıklarını da beraberinde getirir. Göçmenler Tango ile bu hayal kırıklıklarını, öfkelerini, kavgalarını, aşklarını, yalnızlıklarını ve tutkularını kısacası hayatlarını anlatıyorlardı.
Başlangıçta flüt, gitar ve kemandan oluşan üç - dört kişilik müzik topluluklarının eşliğiyle yapılan bir halk dansıyken daha sonra gitar yerini piyanoya bırakır ve flüt de yaklaşık 1870'te Almanya'dan gelen bandoneon ile yer değiştirir.
Tango, Arjantin'de zengin kesim tarafından bir alt kültür olarak kabul edilip aşağılanır hatta uzun bir süre yönetim tarafından yasaklanır. Ancak 20.yy'ın başlarında Paris'te dans eden tarım işçilerinin elde ettiği başarı sayesinde tango ilk önemli adımını atar. Bugün tango otoriteleri ilk olarak Carlos Gardel'in 1917 yılında her türlü argo ve erotizmden uzak sözlerle smokin giyerek tango söylemesinin müziği yavaş yavaş üst tabakalara doğru tırmanışını hızlandığını tartışmasız kabul eder. Parislilerin bu dansa olan ilgisi Arjantin sosyetesinde tangonun önemsenmesini sağlar.
İlk durak olarak Avrupayı seçen tango çok geçmeden Türkiye'de de ortaya çıkar. Arjantin Tangonun aşk, tutku ve erotizm dolu tarzına karşın 1920'lerin ortalarında Türkiye'de duyulmaya başlayan tangolar sözleriyle masum ve platonik aşkları anlatan ve Türk müziğinden esintiler taşıyan melodileri ile uzun yıllar müzik yaşantısının tek egemeni oluşurlardır. Bu aşamada Necip Celal'in 1928 yılında yazdığı ilk tangosu "Mazi"nin 1932 senesinde Seyyan Hanım tarafından plağa okunması ile başlayan sürecin etkisi yadsınamaz. Türkiye'de duyulmaya başlayan ilk tangolar Avrupa tangolarıdır. Arjantin Tangoları ise bir gurup müzisyen ve amatör meraklılar tarafından izlenir ve yaşatılır. 1938-1951 seneleri arasında Türkiye'de konserler veren Eduardo Bianco Orkestrası, İstanbul Park Otel Orkestrası ve onun Arjantinli bandoneonisti Tapia Colman bu sevginin temelinin oluşmasında önemli bir rol oynar. Bunların dışında bandoneonist, orkestra şefi ve düzenleyici Orhan Avşar'ın da Türkiye'de tango sevgisi üzerinde çok ciddi bir etkisi olduğunu söylemeden geçmemek gerekiyor. Tango bir dönem Türkiye'de öyle sevilmiş ki, aslında eski ve unutulamayan bir sevgiliyi anlatıyor olmasına rağmen La Cumparsita düğünlerin vazgeçilmez açılış parçası olmuştur.
1950'li yılların sonlarına doğru bütün dünyada önemini yitirmeye başlayan tango Astor Piazzola ve onun müziği sayesinde yeniden canlanmış ayrıca Tango Argentino ile başlayan, Tangomania, Tango Pasion, Forever Tango, Tangox2 gibi tango show gruplarının sunduğu müzikallerle tekrar ilgi odağı olmuştur.
Bu uzunca süreç içerisinde elbette ki müzik ve dans stillerinde farklılıklar yaşanmıştır tangoda. Ve aslında işin eğlenceli kısmı buradadır. Tango gecelerinde, aynı tangoda herkesin dansa farklı adımla başladığını ve farklı dansettiğini görürsünüz. Kimisi kemanı dinliyordur, kimisi bandoneonu...
Peki biz tango'dan ne anlıyoruz? Ya da ne hissediyoruz? Yaklaşık 4 sene önce Metin Yazır'ın atölye'leriyle başlayan bir serüven bu...Ve tango bir sevgili. Kimi zaman flört edip, kimi zaman kavga ettiğimiz. Romantik, aşık, sevecen ve tutkulu sevgilimiz. Aşktır yaşadığımız o 3-4 dakikalık parçalarda. Müzik bitince dansımız da biter, aşkımızda. Ve heyecanla bekleriz bir sonraki aşkı.