Dans dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cemal Atila ntvmsnbc’ye tangonun tarihçesini anlattı;“İspanyollar tarafından 1580’li yıllarda kurulan Buenos Aires, 19.yüzyıl sonlarında çarpıcı ekonomik gelişmelerin yaşandığı bir liman kenti haline gelmişti. Bu türden liman kentlerinin neredeyse tümünde karşımıza çıkacağı üzere, ekonomik cazibenin bir sonucu olarak, Buenos Aires de yoğun bir göçmen nüfusa ve dolayısıyla onların heterojen kültürlerine ev sahipliği yapıyordu. Genellikle kalifiye olmayan işlerde çalışan göçmen nüfus kentin banliyölerinde, adına “arabal” denilen derme çatma mahallelerde yaşamaktaydı.
Hakim Arjantin kültürüne karşılık, bu yoksul banliyölerde tümüyle farklı bir kültürel iklim hüküm sürüyordu. Erkek nüfusun ağır bastığı göçmenler arasında “compadrito” (genç kabadayı) olarak tabir edilen bir figür ön plana çıkıyordu. Yüksek topuklu ayakkabı giyen, fötr şapka ve boyun fuları takan ve bellerinden bıçaklarını eksik etmeyen compadritolar pek de tekin tipler olarak görülmüyordu. Öte yandan, ağırlıklı olarak bu erkek göçmen nüfusa hitap etmek üzere, Buenos Aires’te pek çok genelevi kurulmuştu.
Genelevlerin etrafında oluşan eğlence sektörü, göçmenlerle birlikte Avrupa, Afrika ve Küba gibi ülkelerden gelen müzik ve dans akımlarının iç içe geçtiği ortamlar yaratıyordu. Arjantin’in yerel dansları arasında compadritoların favorisi olan milonga dansı tüm bu etkileşimle birlikte yeni bir çehre kazanıyor ve Afrika ya da Portekiz kökenli olduğu sanılan tango sözcüğü bu yeni dansın adı olarak öne çıkıyordu.
Yoksul genç kabadayılar ile genelev ahalisinin kaderlerinin kesiştiği sefil ve bir o kadar da katı koşullarda ortaya çıkan tango, hiç kuşkusuz Arjantin’in üst ve orta sınıfları ve hatta işçi sınıfının belli kesimleri tarafından şiddetle reddedilecekti. Ne var ki, Arjantin yüksek sosyetesinin iyi eğitimli erkekleri de genelev ziyaretçileri arasında olduklarından, bu yeni akım onlara da sirayet ediyordu. Yüksek tabakaya mensup erkekler, gözden ırak küçük mekanlarda veya garsoniyer tarzı özel mekanlarda tango yapmaya başlıyordu.
Bu kısmi kabul yavaş yavaş tangonun nispeten daha ‘temiz’ gece kulüplerinde ve dans salonlarında icra edilmesine yol açacaktı. Bu aynı zamanda, tangonun doğduğu orijinal ve kapalı ortamdan koparak dışa doğru bir yolculuğa çıkması anlamına geliyordu. Ve bu kopuşun bir sonucu olarak, compadritolara has kaba saba agresif figürler yerlerini daha kabul edilebilir yumuşak, daha az erotik olan hareketlere bırakıyordu. Kendi beşiği olan sefil mahallelerden koparak, figürlerini yumuşatarak ehlileşen tango artık hızla popülerleşebilirdi. Nitekim 1900’lü yılların başında, geniş bir müzik repertuarına kavuşan tango, saygın gece kulüplerinden tiyatro salonlarına dek uzanan geniş bir mekan yelpazesinde kendisine hayat alanı bulmuştu.
Bu yaygınlaşma henüz Arjantin’de tangoya meşruiyet kazandırmamışken, birinci dünya savaşından hemen önce Londra ve Paris’te tango dans ortamlarının gözbebeği olmaya başlıyordu. Üstelik bu kez alt tabakalar falan değil, doğrudan doğruya Londra ve Paris sosyetesi adeta tango çılgınlığına kapılmış görünüyordu. Tangonun Avrupa’da bu şekilde popüler olması, Avrupa’da yaşayan seçkin Arjantinliler için adeta bir kabusa dönmüştü. Kendi ülkelerinde aşağıladıkları bu ucube dansın Avrupa’da aralarında kraliyet aileleri mensuplarının bulunduğu geniş kesimler tarafından benimsenmesini kendileri için bir utanç kaynağı olarak görüyorlardı. Öyle ki, Paris tangoyla coşarken, Paris’teki Arjantin büyükelçiliğinde tango yasaklanmıştı.
Kısa bir süre sonra tango artık belli başlı Avrupa şehirleri ile sınırlı kalmayıp Amerika ve Rusya’ya da sıçrıyordu. Dünya çapındaki bu yaygınlaşma yine kökenini Arjantin’den alan çeşitli red ve yasakları da beraberinde taşıyordu. New York Katolik Kilisesi tangoyu günahkar dans olarak ilan ederken, Almanya’da Kaiser Wilhelm II askerlerinin üniforma ile tango yapmalarını yasaklıyordu. Ancak bu yasaklar hiçbir işe yaramayacak ve özellikle Paris’te daha da ehlileşen, hatta kimilerine göre Fransızlaşan tango birkaç yıl sonra Arjantin’e geri dönecek, üst sınıflardan gönülsüz bir kabul görecek ve Buenos Aires, günümüzde köklü bir gelenek haline gelmiş ilk tango festivallerine ev sahipliği yapmaya başlayacaktı.”